Adalar Üzerine Kısa Kısa

Adalı Olmak

Adali OlmakGONZALO: Bu ada benim elimde olsaydı efendim,
ANTONIO: Üzerinde yabani ot yetiştirirdi.
SEBASTIAN: Veya dikenli çalılar.
GONZALO: Kral olsaydım burada ne yapardım bilir misiniz?
SEBASTIAN: Şarap olmadığı için sarhoşluktan kurtulurdu.
GONZALO: Ülkemde apayrı bir yolda Yürütürdüm her şeyi; alım-satımın hiçbir türlüsüne İzin vermezdim; resmi dairelerin adı bile olmazdı. Okumak diye bir şey bilinmezdi; varlık, yokluk. Adam kullanmak gibi şeyler; sözleşme, miras. Toprak, tarla, bağ tapusu olmazdı; Maden, buğday, şarap, kullanılmazdı; İş diye bir şey bilinmezdi; bütün erkekler Bütün kadınlar aylak, ama tertemiz, suçsuz; Kimse kimsenin efendisi olmazdı.

Shakespeare,
Fırtına

Sükunet

Adalar’da az sayıda kamu taşıtının dışında, motorlu taşıt kullanımı yasak. Burgazada, Heybeliada ve Büyükada'daki tek ulaşım aracı fayton, Kınalıada'da ise yürümek ya da bisiklete binmekten başka seçeneğiniz yok.

Doğa

"Vermekten hiç bıkmayan doğa, başkenti sadece Boğaz'la ve Haliç'le değil küçük takımadalar Adalar'la da çeşitlendirmiştir. Ischia ve Capri Napoli için neyse, Heybeliada, Büyükada ve kardeş adaları Konstantinopolis için daha fazladır.”

Mayıs ve Haziran aylarında Adalar’ın güzelliğini anlatmaya sözcükler yetmez. Tepeler çam ormanlarıyla kaplı ve dolambaçlı kıyılar sessiz ve gölgeli koylarla oyulmuş. Nereye bakarsanız başka bir güzellikle karşılaşıyorsunuz.

Edwin Grosvenor -1895

Adalar'da GünbatımıÇok ötede sahilde deniz, kızıl bir demet gibi alev alevdi. Garip bir önseziyle ayrıntıları tek tek belleğime işlemişim. Bu görünümü yelkenleri uçuk sarı bir kotra süslemişti bir ara. Sonra o kotra alev alev deniz parçasından çıktı, bir mavilikte kayboldu.

Renkler son defa tutuşuyor, güneş son defa yakıyordu. Bahçe içindeki köşkler son ışıklarla parlayarak, daha çok şekerlemeci vitrinlerindeki sahte, göstermelik pastalara benziyordu. Bahçelerin duvarları alçak ve ak kireç badanaydı. Ada’nın tepelere çıkan yokuşlarında mimoza, gülibrişim ağaçları, gürleşmiş hatmiler garip bir hülya sağanağı yaratmıştı. Tümü de o hafif esintiye bırakmıştı sarı, soluk pembe, beyaz ve mor çiçeklerini.”

Selim İleri,
Hayal ve Istırap

Güneş şimdi daha da alçaldı, martılar gaklayıp deli gibi bağırışıyorlar, karabataklar sudan çıkıp yaş kanatlarını deli gibi çırpıyorlar, hız almak için. Az ileride Sivriada’nın kara kayalarına vuran dalgalar dışında deniz hâlâ sakin.

Sivri’ye kürek çekiyoruz ve kayığı çakıl taşlı kıyıya çıkartıyoruz. (...) Küçük koyda, son bir mor ışık kendinden geçercesine dans ediyor. Ardından hava kararıyor. Yassıada’nın deniz feneri çalışmaya başlıyor ve her iki dakikada bir parlak bir ışık saçıyor. Bir yelkenli, yelken açmış, öteden geçiyor.

Başlangıç olarak denizkestanelerini höpürdetiyoruz. Karayan, ateşin çevresindeki taşların üzerine bir teneke koyuyor, balıkları yağ ve sarımsakla ovalıyor, taze rezeneyi karınlarına dolduruyor ve onları kızgın tenekenin üzerine koyuyor. Kuvvetli bir cızırtı duyuluyor.

Joachim Sartorius,
Prens Adaları

Münzevi Hayat, Ulaşılmazlık

Dağ tepesinde tam bir münzevi hayatı yaşadığım için bizim evin müsafireti şehir ziyaretlerine benzemez. Binaenaleyh bazı izahata lüzum görüyorum: Hanenin asıl kapısı garp cihetindedir; fakat keçilerin bile zor çıkacakları sarp bir mevkide olduğu için burası bir zincir ile daima kilitli durur. Şark tarafında bir kümes kapısı açtık, oradan girip çıkıyoruz. Lâkin üzerinde ne halka vardır, ne tokmak... Ne çan, ne çıngırak... Yerden iri bir taş almalı, kefareti budur diye aşındırıncaya kadar tak tak çok kuvvetli vurmalı. Çünkü içeride ilk gümgümlere koşacak kadar hassas kulaklı insan yoktur. Bazı zâirler duyuramadan dönüyorlar; merdümgirizliğim hasebiyle bu iptidai sağır kapının çok faydasını görüyorum.”

Hüseyin Rahmi’nin Refik Ahmet Sevengil’e mektubundan

Gezinti

Adalar'da GezintiBir gün hava sıcaktı, beş yaşındaki kızım Rüya ile adada kalıyorduk, sonra at arabasıyla gezmeye çıktık. Ben arabaya ters oturdum, kızım da benim karşıma. Yüzü gidiş yönünde. Ağaçlı çiçekli bahçeler arasından geçtik, alçak duvarlar, ahşap evler, bostanlar. Araba tıkı- tıkı ilerlerken beş yaşındaki kızımın yüzüne bakıyordum, yüzündeki ifadeye, dünyada ne gördüğüne...

Şeyler, eşyalar, ağaçlar duvarlar, afişler, yazılar, sokaklar, kediler. Asfalt. Sıcak. Sıcak mı sıcak.

Ormandan geçtik, ama orası bile serin değildi. İçinden bir sıcak çıkıyordu sanki. Atlar yokuş dikleştikçe yavaşladılar. Ağustosböceklerini duyuyorduk. Araba iyice yavaşlamış, yol sanki çamlarla daralmıştı ki birden bir manzara gördük. ‘Brrrs’ dedi arabacı, atları durdurdu: ‘Dinlensinler’ dedi.

Durup manzaraya baktık... Yanımız hemen uçurumdu. Aşağıda kayalar, deniz; bir buğunun içinde öteki adalar.

Orhan Pamuk,
Öteki Renkler

Sürgün

Kınalıada Sürgün

IV. Romanus Diyojen (tks 1067-71) 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Selçukluların bozgununa uğradıktan sonra görevden alındı. Varisi VII. Mikhail Doucas (1071-8) Romanus’un gözlerini oydurdu ve onu Kınalıada’daki Başkalaşım Manastırı’na sürgüne yolladı. 4 Ağustos 1072’de orada öldü.

Yaşam

11 Ağustos 2005, Perşembe, 06.35
İnce uzun ahşap bir balkondan İstanbul.

25 Haziran, 07.00 suları
Işık mı uyandırdı bu sabah, martıların çılgın koro çalışması mı; çıkaramadım.

19 Temmuz, 07.30
Biri öğle sonrası, öbürü akşam iki yürüyüş, gariptir ve doğaldır, iki adayı, iki adanın doğurduğu iç izlenimleri teraziye yüklememize yol açtı.

3 Eylül, 07.00
Sonunda kaldık, dönüşü bu akşama erteleyerek – iyi ki öyle yapmışız: Azan romatizma ağrım bir yana, nefis bir gün daha geçirmiş olduk adada.

14 Ekim, 07.50
Ada = Isola. Sonunda, adalılara kaldı ada.

Enis Batur,
Ada Defterleri

Müzik

Geç kaldığı bir gecenin sabahında karısı Heybeliada’daki evinden Ahmet Rasim’i uğurlarken, “Sakın geç kalma erken gel, artık tahammül edemiyorum, bu gece gün batmadan gel,” diye rica etmiş. Ahmet Rasim de Ada vapurunda karısının bu sitemini bir şarkı güftesi yapmış ve dostu Tatyos Efendi de şu unutulmaz şarkıyı bestelemiştir:

“Bu akşam gün batarken gel. Sakın geç kalma erken gel. Tahammül kalmadı artık. Sakın geç kalma erken gel”

Şiir

Sahilinden geçecek olsanız Kumkapı’nın
a) leziz bir balık yemeyi düşlersiniz
b) deniz üstünde yürüyüp gitmek istersiniz Adalar’a
c) yaşam ne çabuk geçti diye düşünürsünüz
d) hatırlarsınız beş lira borcunuz olduğunu Agop’a

Zahrad

Günbatımı

Gün BatımıKars’taki çocuk bu şarkıyı kimden duydu; nereden, ne zaman öğrendi, bilmiyorum...

Fakat üzerinden yarım yüzyıl ve bir on yıl daha geçmişken de, evimizin bulunduğu Halit Paşa Caddesi’yle Atatürk Caddesi’nin kesiştiği bir noktada bugün de yerli yerinde duran Birlik Kulübü’nün, geniş, betondan dökülmüş pencere eşiğine oturarak ve batan güneşe karşı ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum...’ şarkısını gözlerim yaşararak mırıldandığımı bugünmüş gibi anımsıyorum...

Şarkıda beni duygulandıran şey neydi? Bugün de sevdiğim ezgisi mi? Dokunaklı sözleri mi? O koskocaman ve rengi kırmızıdan pembeye açılarak sönen akşam güneşi mi?

Ataol Behramoğlu,
Benim Prens Adalarım

Anılar

Çok sıcak bir yaz günü, korkunç sıcak bir gündü, evde uyuyamadım. Bahçede tahta kanepeler var, hemen o kanepelerden birine gittim. Bir de gördüm ki başka bir kanepede babam uzanmış, belli ki o da uyuyamamış. ‘Sen misin kız?’ dedi, ‘Gel uzan sen de’. Bir kanepede ben, diğerinde babam. Birlikte yıldızları izledik. Babam yıldızlardan bahsetmeye başladı, onların Farsça adlarını söyledi, yollarını anlattı uzun uzun.”

Ela Güntekin’in Anılarından

Serbestlik

Benim çocukluğumda İstanbul’un zaten nispeten serbest yerlerinden biri olan Büyükada’nın Nizam Caddesi de en şık ve en alafranga semti sayılırdı. Bu yol üstünde, sahiplerinin isimleri o devirde ağızlardan düşmeyen ve gazetelerden eksik olmayan yerli ve yabancı birçok zenginin küçük, büyük bahçeler içinde ve birbirinden daha süslü, daha gösterişli köşkleri sıralanırdı. Öyle ki, bunların önünden geçerken cadde sanki gittikçe hem daha nazlı, hem daha rahat bir kıvama erişirdi."

Abdülhak Şinasi Hisar,
Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği

Haz

Mor SalkımNihayet Burgaz’da bir ev tuttuk, gittik. Ev, eski biçim, geniş sofalı, mor salkımlı, bahçesi gül, hanımeli kaplı bir yerdi. Orada hayat benim için tamamen değişti. Adeta Beşiktaş’taki evde yaşıyor gibi olurdum. Dik bir sırtın üstünde idi. Önü denize kadar çamlık, aşağısı kumluk, pencerelerinin önünden mavi denize bakar dururdum.

Oraya hasta gittim, orada yalnız maddi değil manevi muvazenemi de buldum. Hilkatin insanlara tabiat sayesinde verdiği güzellik ve günlük hazlar içerisinde yaşadım. Sabahleyin çocuklar dadıları ile ben de aşçıyı da alarak eşeklere binip tepedeki çamlığa çıkıyor, akşama kadar orada yiyor, içiyor, yaşıyordum.”

Halide Edip Adıvar,
Mor Salkımlı Ev

Bookmark and Share
Buradasınız: Anasayfa Prens Adaları Adalar Üzerine Kısa Kısa